Milletçe okuma alışkanlığımızın olmadığı konusunda geniş bir uzlaşma olduğunu düşünüyorum. Bence aynı derecede sorunlu olan ama ihmal edilen bir milli eksikliğimiz daha var: Yazma alışkanlığımızın olmaması. Eğitimli insanlarımızda bile görüşlerini, duygularını, yaşadıklarını kaleme dökme alışkanlığı oluşmamış. Edebiyatımızda mektup, anı gibi türlerin yeri çok sınırlı. Ülkemizde en gereksiz işlemi yaptırmak için bile dilekçe alınmasına rağmen çoğumuz doğru düzgün dilekçe yazmayı dahi beceremiyoruz. Asıl işi yazmak olan akademisyenlerimiz bile yayın performansları ile değil muhabbet performanslarıyla efsaneleşiyorlar.
Yukarıda yazdıklarıma bakıp sakın benim bir istisna olduğumu düşünmeyin. Benim de yazma ile ilgili ciddi sorunlarım var. Belki çoğu kişiden tek farkım bu konuda içimdeki ‘ben’ ile sürekli kavga içinde olmam. ‘O’ beni sürekli görüşlerimi, yakınmalarımı, duygularımı içimde tutmaktansa dışarı atmamı ve özellikle de yazılı olarak dile getirmemi söylüyor. Beni bu konuda teşvik, tahrik, hatta bazen tehdit ediyor. Bu çalışma, içimdeki ben ile yaptığımız hesaplaşmalarda, tartışmalarda ‘O’nun kazandığı anların ürünü.
Yıllardır görüşlerimi fırsat buldukça yazmaya ve mümkünse yayınlatmaya çalışıyorum. Yazdıklarımın bir kısmı muhtemelen ben, gazete veya dergideki ilgili birimin amiri ve birkaç okuyucu dışında kimsenin ilgisini çekmedi. Bazıları ise, özellikle internetin de etkisiyle, binlerce kişiye ulaştı. Hatta bazıları üzerine başka makaleler bile yazıldı. Bu çalışma 1996-2006 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış hatta bazıları hiç yayınlanmamış yazılarımın bir derlemesi.
Başlıkta belirtildiği gibi bu derlemedeki makaleler genel olarak ‘hayat’ ile ilgili. Daha doğrusu hayata ekonomi disiplininin araçlarıyla bakma çabası. Yazıların hepsinde, hayata iktisadın sürekli hesap yapan, attığı her adımın getirilerini ve maliyetini karşılaştıran, iktisadi insanı ‘Homoekonomikus’ açısından bakma çabası var. Aslında Homoekonomikus iktisatçılar açısından çok eleştirilen bir tipoloji. Eleştirenler, insanların sürekli hesap yapmadığını, bundan yola çıkarak genellemelere gidilemeyeceğini savunuyorlar. Benim gördüğüm kadarıyla bu grubun üç önemli sorunu var. Birincisi, hesap denilince sadece parasal hesabı anlıyorlar. Hesap bu şekilde tanımlanınca gerçekten ‘Ferrarisini Satan Bilge’ olgusunu açıklamak zorlaşıyor. Ama parasal ve parasal olmayan getirilerin ve maliyetlerin hepsini hesaba katılınca hesaplı davranışın hayatı açıklama kapasitesi artıyor İkincisi, hesap yapıyor olmak illa da başarılı olmak anlamına gelmez. İnsanlar yanlış hesap da yapabilirler. Hepimizin hayatı yanlışlarla doludur ama bu hesap yapmadığımızı değil çok yanlış hesap yaptığımızı gösterir. Üçüncüsü, her bir bireyin kendi hesabında neyi hedeflediğini bilemediğimiz için onu kendi değerlerimize göre yargılamamız bizi yanlış değerlendirmelere götürür ve onun hesap yapmadığını düşünürüz. Sonuçta, katılırsınız ya da katılmazsınız, yazıların tamamında bu bakış açısı hakim ve bu anlamda sanırım Türkçe’de türünün ilk örneği. Ayrıca yazılar bu ‘hesap’ tartışmanın kendisi kadar sıkıcı değil.
Yukarıda da belirttiğim gibi ‘Hayatla’ ilgili bir çalışma bu. O yüzden yazıların yayınlandığı on yıl içinde (ve öncesinde) hayatıma girmiş herkesin az ya da çok bir katkısı var bu çalışmada. Annem, babam, eşim, çocuklarım, arkadaşlarım ve ismini sayamayacağım kadar çok insan. Ekonomi ile ilgili bir çalışma bu. Tanıdığım, konuştuğum, dersine katıldığım, kitaplarını okuduğum birçok ekonomistin katkısı var. Sanırım üç tanesinin katkısını özellikle belirtmem gerekir: Mesleğe başlamamdaki katkısı nedeniyle Rona Turanlı, ilgi alanlarımın oluşmasına katkısı nedeniyle Erol Katırcıoğlu, dünya görüşümün oluşmasına katkısı nedeniyle Atilla Yayla. Katkısı olan herkese teşekkürü bir borç bilirim. Tabii ki hatalar sadece bana ait.
Murat Çokgezen